Son günlerde yaşanan bir olay, kadına yönelik şiddetin ve korunma amaçlı yasal tedbirlerin ne denli yetersiz olabileceğini bir kez daha gözler önüne serdi. Sinem Bozkurt, eski eşi tarafından katledildi. Kadın, evde bulunmadığı süreçte, özel güvenlik ve hukuki destek arayışı içerisinde, uygulaması gereken tüm adımları atmasına rağmen, maalesef sonuç olarak hayatını kaybetti. Sinem’in katili, kendisine uygulanan uzaklaştırma kararını hiçe sayarak, balkondan eve tırmanmayı başardı ve burada korkunç bir cinayete imza attı.
Sinem'in durumu, Türkiye'deki hukuki tedbirlerin yetersizliğini ortaya koyuyor. Kadınların, tehlike altındayken aldıkları uzaklaştırma kararları, maalesef pratikte yeterince korunmalarını sağlamıyor. Sinem, eski eşi tarafından sürekli olarak tehdit edilmesine rağmen, gerekli adımları atarak koruma kararı çıkarma yolunu seçti. Ancak, bu kararın uygulanabilirliği ve icra sürecindeki eksiklikler, onun güvenliğini sağlamakta yetersiz kaldı. Uzaklaştırma kararının sadece belgeden ibaret kalması, birçok kadın için bu tür trajedilere yol açabiliyor. Tüm bunlar, hukukun güvencesinin gerçekte ne kadar zayıf olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu tür olaylar, toplumda derin yaralar açmaya devam ediyor. Cinayet sonrası yapılacak olan tartışmalar, şiddetin önlenmesi adına atılacak adımlar konusunda eksik kalıyor. Bu durum, hem ailelerin hem de toplumsal yapının parçalanmasına neden olmaktadır. Sinem'in durumu gibi benzer masum yaşamların kaybı, hukuk sisteminin yeterliliği ve toplumsal bilincin arttırılması gerekliliğini yeniden gündeme getiriyor. Uzaktan bile olsa, kadınların yanında durmanın ve onları desteklemenin önemi, her daim vurgulanması gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu olay, kadına yönelik şiddetle mücadelede atılması gereken adımları, toplumun ne kadar büyük bir sorumluluk taşıdığını da açığa çıkartıyor. Hem bireylerin hem de medyanın bu konudaki hassasiyeti artırılmalı, toplumda empati ve bilinç düzeyi yükseltilmelidir. Uzaklaştırma kararlarının etkin bir şekilde uygulanması, yasaların gerektiği gibi işlemesi ve toplumun bu konuda dayanışma göstermesi, yaşanan acıların bir daha yaşanmaması adına atılacak en önemli adımlar arasında yer alıyor. Sinem’in hayatı, sadece onun değil, birçok kadının yaşadığı tehlikelerin de bir sembolü haline geldi. Bu olay, yeni düzenlemeler ve reformlar için bir çağrı niteliği taşımaktadır.
Sinem Bozkurt’un trajik bir şekilde hayatını kaybetmesi, tüm toplumda yeri doldurulamaz bir boşluk bırakmıştır. O, sadece kendi hayatıyla değil, aslında tüm kadınların yaşamlarıyla ilgili önemli bir meseleye işaret etmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, sadece devletin değil, her bireyin üzerine düşen bir sorumluluktur. Sinem’in yaşadığı adaletsizlikler, her kadının başına gelebilecek bir durum. Bu nedenle, yeterli hukuki önlemlerin yanı sıra, toplumsal bir bilincin geliştirilmesi de oldukça önemlidir. Uzaklaştırma kararlarının etkin bir şekilde icra edilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede daha fazla farkındalığın oluşturulması, toplumsal bir gereklilik haline gelmiştir.